Çalışma Yaşamı

İSTİHDAM-İŞGÜCÜ

Yeni dünya düzeni ve küreselleşme politikalarının ideologları, herkes için refah getireceklerini iddia etmişlerdir, ancak İLO‘nun 1996 yılında yayınladığı rapora göre önümüzdeki 25 yıl içinde dünya işgücü piyasasına l milyar yeni insan katılacak ve büyük bir bölümü işsiz kalacak. Dünyanın 358 zengini dünya gelirinin % 54‘üne eşit bir servete sahipken, dünya nüfusunun % 10‘unu oluşturan en yoksul ülkelerin dünya ticaretindeki payı sadece binde 3‘tür. Dünya nüfusunun % 20‘lik kesimini oluşturan yoksul ülkelerin küresel gelir içerisindeki payı 1960‘da % 2.3 iken, bugün % 1.1‘e düşmüştür. Dünya nüfusunun dörtte birini oluşturan l .3 milyar insan açlık sınırında yaşarken, her yıl 13-15 milyon insan açlıktan ölüyor. Yeni dünya düzeninin getirdikleri işte bunlardır. Yeni liberal ekonomi politikalarının uygulanması sonucu, tüm dünyada işsizlik oranı artmaktadır. AB ülkelerinde 1978‘de ortalama % 5.5 olan işsizlik oranı bugün %11.3‘e çıkmıştır.

İşsizlik kapitalizmin mevcut yapısından kaynaklı olarak sürekli bir sorun halindedir. Dünyadaki yüksek işsizlik oranı, ülkemize de yoğun olarak yansımaktadır. Yeni dünya düzeninin ülkemize dayattığı politikalar ve uygulanan rant ekonomisi işsizliği artırıcı nedenlerdir. Yaratılan kaynakların yatırım olarak değil rant elde etmek amacıyla değerlendirilmesi istihdamın daralmasının nedenlerinden biridir. Bunun bir somut göstergesi de ülkemizde 1998 bütçesinin % 40.8‘lik bir bölümünün iç borç ve faizlerinin geri ödenmesine ayrılmasıdır. Bu düzenlemelerin bir başka sonucu da ülkemizde en üst % 20‘lik gelir grubu milli gelirin % 55‘ini alırken, en alt %20‘lik gelir gurubu ise % 5‘ini almaktadır.

Sermayenin uyguladığı işgücünün esnekleştirilmesi mevcut işsizliğin getirdiği sınıf içi rekabeti sonuna kadar kullanmayı getirmektedir, işgücünün esnekleştirilmesi sermaye sınıfına; ücretleri, işçi sayısını ve taşeronluk uygulaması gibi emek sürecini istediği gibi belirleyebilirle olanağı sağlamaktadır. Mevcut sosyalizm uygulamalarının kapitalizm karşısında aldığı yenilginin ardından kapitalizmin, sosyalizmin sosyal devlet uygulamasına karşı durabilmek için kurumlaştırdığı kısmı sosyal devlet kurumlarını dağıtma ve özelleştirme girişimi 1990‘lı yıllara damgasını vuran olgulardandır.

ÖNERİLERİMİZ

- Çalışmak tüm insanlar için bir haktır. Devlet bu hakkı güvence altına almalıdır. Devlet eğitilmiş işgücü istihdamında ve özellikle teknik eğitim almış mühendis ve mimarların istihdamında yaşanan sorunlara çözüm getirmelidir.

- Dinlenme her çalışan için bir haktır. Tüm çalışanlar için tatil olanakları yaratılmalı, 8 saatlik işgünü hakkının gasp edilmesine son verilmeli ve işgünü süresi işin niteliğine göre kısaltılmalıdır.

- Çocukların işgücü olarak üretim süreci içinde yer almaları yasaklanmalıdır.

- Özelleştirme uygulamalarına son verilmelidir, yasa ile özelleştirilmesi durdurulan işletmeler derhal devlet mülkiyetine geçirilmelidir.

- Çalışanlara bütün dünyada eş zamanlı bir saldırı olan esnek istihdama karşı çıkılmalı, bu amaçla yürütülen mücadeleye sahip çıkılmalıdır.

- Aynı koşullarda çalışanlar arasında yapılan ayrımcılığa, öncelikle askeri kurumlarda en ileri boyutlara ulaşan ve sivil personele uygulanan ayırımcılığa son verilmelidir.

- Kıdem tazminatındaki tavan sınırlandırması kaldırılmalı, her türlü işten ayrılmada kullanılan bir hak olmalıdır.

- Küçük üreticilerin kredi, üretim araçları ve ürünlerinin (emeklerinin) karşılığı olabilecek fiyat politikaları ile desteklenmeli, örgütlenme hakkı güvence altına alınmalı. Kooperatifler içerisinde toplanmaları özendirilmelidir.

- Gelir dağılımdaki adaletsizliği artırıcı uygulamalara son verilmeli, adil bir paylaşımı sağlayıcı önlemler alınmalıdır.

SENDİKAL HAKLAR

Sendikal haklar temel insan haklarındandır. Çalışanların ekonomik, demokratik, sosyal ve kültürel hak ve çıkarlarını korumanın ve geliştirmenin temel araçlarından biridir.

İnsan hakları ile ilgili tüm uluslararası belgeler sendikal haklara yer vermiştir. (Avrupa İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa Sosyal Şartı, Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, ILO ve Avrupa Konseyi Sözleşmeleri gibi) Bu anlamda sendikal hakların en önemli kaynaklarından birisi uluslararası hukuktur. 1982 Anayasası‘nın 90. Maddesinde "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa‘ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi‘ne başvurulamaz" denilmektedir. Bu madde sendikal hakların özel bir yasal düzenleme olmaksızın kullanılabileceğinin dayanağıdır. 1951 yılında onaylanan ILO‘nun 98 sayılı "Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi", 1954‘de onaylanan "İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi" ve yeni onaylanan ILO‘nun 87 sayılı "Sendika Özgürlüğü ve Sendika Hakkının Korunması Sözleşmesi" ile 1989‘da 5. Ve 6. maddelerine çekince konularak onaylanan "Avrupa Sosyal Şartı"nın Birinci Bölümü‘nde belirtildiği gibi sendikal haklar devlete ve işverene karşı güvence altına alınmıştır. Türkiye‘de onaylayarak iç hukukuna kattığı uluslararası sözleşmelere uymakla ve üye devlet olarak bağlı olduğu sözleşmelere aykırı düzenlemeler yapmamakla yükümlüdür.

Sendikal Hakların Bir Bütün Olarak Kullanılmasında Karşılaşılan Hukuksal Sorunlar:

1982 Anayasası‘nın 2. maddesi cumhuriyetin niteliklerini sayarken Türkiye Cumhuriyeti‘nin insan haklarına doğrudan dayanan değil, "toplumun huzuru ve adalet anlayışı içinde" belirli koşullarla saygılı bir devlet olarak tanımlamıştır. Oysa insan hakları kavramı ayrımsız tüm insanların, yalnız insan oluşları nedeniyle, insanlık onurunun gereği olarak sahip oldukları hakların bütününü içermektedir. Dolayısıyla böyle bir devlet insan haklarına dayanmak zorundadır. Aynı maddede sosyal devlet kavramı, sosyal adaletten ayıklanmış, güçsüzleri koruma amacını vurgulamaktan özenle kaçınmıştır. Anayasa‘nın, devletin temel amaç ve görevlerini gösteren 5. maddesinde sosyal hukuk devleti ilkesine yer verilmiştir. Buna göre, "sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak", devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıştır.

Anayasa anılan engelleri kaldırmakla değil kaldırmaya çalışmakla, koşulları hazırlamakla değil, hazırlamaya çalışmakla devleti görevlendirmiş, sosyal devlete bireyleri özgürleştirici bir anlam kazandırmaktan kaçınmıştır. Anayasa‘nın 51. Maddesi, sendikal hakların kişi yönünden uygulama alanını "işçiler"le sınırlı tutmuş, memurlar gibi diğer ücretli çalışanlar için, sendika, toplu sözleşme ve grev haklarını açıkça tanıyan ya da yasaklayan bir kurala yer vermemiştir. Bu madde, işçiler yerine "çalışanlar" olarak düzenlenmelidir. Aynı maddede sendika kurma hakkı, işçilerin kendi işkalları ile ilgili ekonomik ve sosyal hak ve çıkarlarını koruma ve geliştirmesi amacıyla sınırlandırılmıştır. 53. maddede, işçilerin "ekonomik ve sosyal durumlarını düzenlemek" demekle, mevcut durumu sürdürmeye, ileriye götürmeye ya da geriye götürme biçiminde yapılan düzenlemelerin Anayasa‘ya aykırı olmayacağı anlatılmak istenmiş, amaç olarak da iş barışını sağlamak ve verimliliği artırmak düşünülmüştür. Ek olarak aynı işyerinde birden fazla toplu iş sözleşmesi yapılamaz hükmü getirilmiş ve böylece çalışma barışının sağlandığı bir yerde başka bir toplu iş sözleşmesi ile çalışma barışının bozulması önlenmek istenmiştir. 54. maddede, grev hakkının düzenlenmesinde, çıkar grevi güvence altına alınmış, hak grevi yasaklanmıştır. Başka bir anlatımla, ancak toplu iş sözleşmesi yapılması sırasında çıkacak uyuşmazlıklarda grev hakkı tanınmıştır. Siyasal amaçlı grevleri sınırlamak için, amaç sınırlaması (ekonomik ve sosyal) getirilmiştir. Anayasa‘nın 128. maddesinde "memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük işleri kanunla düzenlenir." denilmektedir. Bu madde kaldırılmalıdır. Ancak maddenin kaldırılmasına kadar, maddede yazılı olan hükmün, toplu iş sözleşmesi hakkının yasallaşmasıyla toplu iş sözleşmelerinin yasa gücünde olması nedeniyle anayasal bir engel oluşturmayacağı şeklinde dikkate alınmalıdır.

ÖNERİLERİMİZ

- Hak grevi, dayanışma grevi ve genel grev yasal güvenceye alınmalı, lokavt yasaklanmalıdır.

- Kapsam dışı personel uygulamasına son verilmelidir.

- 2821 ve 2822 sayılı yasalar yürürlükten kaldırılarak, tüm ücretli çalışanlar için ortak bir sendika, toplu iş sözleşmesi ve grev yasası çıkarılmalıdır. Yeni yasada temel ilke sendikal hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi olmalıdır.

- Kamu çalışanlarının 8 yıllık fiili ve meşru mücadelesini reddeden, mevcut haklarını kısıtlamayı, sendikaları dernek statüsüne dönüştürmeyi öngören her türlü yasal düzenlemeden vazgeçilmelidir. Grevli-toplu sözleşmeli sendika hakkı yasal güvence altına alınmalıdır.

- Sözleşmeli personel, kadro karşılığı sözleşmeli personel uygulamasına son verilmelidir.

- Kamuda işi alınmada uygulanan sınav yönetmeliğindeki sözlü sınav uygulamasına son verilmelidir.

- Kamuda atama ve terfiler, objektif kriterlere dayandırılmalı, çalışanlarla ilgili bütün kararlarda sendikalar müdahil olarak yer almalıdır.

- Memurun Muhakemat-ı Yasası kaldırılmalıdır.

- Sendikal çalışmalar dolayısıyla verilen disiplin cezaları ve sürgünler tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılmalıdır.

- İdari yargı kararlarında süreklilik esas alınmalıdır.

- Meslek ve işyeri sendikacılığı reddedilmeli, işkolu sendikacılığı esas alınmalıdır.

SOSYAL GÜVENLİK

Hukuk devletinin temel niteliklerinden birisi sosyal devlettir. Sosyal devlet niteliğinin gereği olan sosyal güvenlik, çalışanların hastalık, sakatlık, işsizlik, yaşlanma durumlarında gelir kayıplarını azaltmak; sağlık hizmetlerini yerine getirmek, aile ve çocuk yardımlarını düzenlemek amaçlarıyla bir kamu programı olarak 19. Yüzyıl‘da Batı Avrupa‘da kurulmuştur.

Türkiye‘de kamu sosyal güvenlik harcamalarının GSYİH içindeki payı % 5‘i bile bulmamaktadır. Devlet diğer alanlarda olduğu gibi, bu alanı da sosyal politika konusunun dışına çıkarmayı amaçlamaktadır. Kurum fon biriktirme sisteminden fon dağıtım sistemine geçirilmek istenmektedir. Diğer bir anlatımla prim gelirlerinin oluşturduğu bir fonu işletme yoluyla genişletme değil, prim gelirleri ile aynı yıl içerisindeki giderleri karşılama tekniğine geçilmektedir.

Genel anlamda sosyal güvenlik kurumlarının finansman sorunu; kimi sigortacılık hizmetlerini ortadan kaldırma, sistemi gizli ve açık yöntemlerle özelleştirme yoluyla çözülmek istenmektedir. Sigorta hizmetlerinin özel sermaye faaliyetine konu edilmesi durumunda tüm çalışanlar bu hizmetleri özel sermayeden satın alma yoluyla kendi tasarruflarının belli bir bölümünün kara dönüşmesine göz yumacak ve hizmetlerin fiyatı artacaktır. Örneğin özel sigortacılığı özel hastane işletmeciliği ile içice olduğu ABD‘de sosyal güvenlik hizmetlerinin aşırı pahalı olması şeklinde yaşanmış bir gerçekliktir. Sonuçta; iş güvencesi, işsizlik sigortası gibi kurumların bile olmadığı ülkemizde, devlet bu işlevinden vazgeçmemek durumundadır. Emekli olma yaşını yükselterek pratikte emekli olmayı neredeyse imkansızlaştıran tasarılardan vazgeçilmelidir.

ÖNERİLERİMİZ

- Devlet sosyal güvenliğin finansmanına katkıda bulunmalıdır.

- Sosyal güvenlik sistemi tüm sosyal tarafların içinde yer aldığı, çalışanların ağırlıklı olarak denetleyebildiği özerk yapıya kavuşturulmalıdır. İşleyişi demokratikleştirilmeli, yönetimin oluşturulmasında çalışanların çoğunluğu sağlanmalıdır.

- Sosyal güvenlik bütün ücretli çalışanları kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmalı, kaçak işçiliği engelleyici önlemler alınmalıdır.

- Sağlık hizmetlerinin kalitesi arttırılmalı, hizmetlerde kar hedefi değil, toplumsal yarar ön plana çıkarılmalı, sağlık kurumlarında çalışanların yönetimde söz ve karar sahibi olması sağlanmalıdır.

- Borçlanarak, dövizle emeklilik gibi sistemin sorunlarını artıracak konulara karşı çıkılmalıdır.

- Sosyal güvenlik kurumları birleştirilmelidir.

- İşsizlik sigortası yürürlüğe konulmalı, emeklilerin durumları iyileştirilmelidir.

- Primlerin tahsilindeki gecikmeler önlenmeli, gecikmeleri özendiren af uygulamalarına son verilmeli, gecikme halinde primler reel faizle tahsil edilmelidir.

- Emeklilik koşulları ağırlaştırılarak pratik anlamda emekli olma imkanı yok edilmemeli, fiili hizmet zammı uygulaması geliştirilmelidir.

- Özürlülerin yaşamlarını iyi bir biçimde sürdürebilmeleri garanti altına alınmalıdır.

- Tasarrufu Teşvik Fonu‘nda biriken paralar nemalarıyla birlikte hak sahiplerine peşin olarak ödenmeli, işveren payı (%3) ücretlere eklenmelidir.

- Çalışanların sağlığı ve çalışma güvenliği ile ilgili yasalar geliştirilmeli ve eksiksiz uygulanmalıdır.