TMMOB 48. DÖNEM OLAĞAN GENEL KURULU/31 Mayıs-1 Haziran 2024/ANKARA

07.06.2024

Sayın Divan,

Emek-meslek örgütlerimizin, siyasi partilerimizin, demokratik kitle örgütlerinin değerli başkan ve yöneticileri,

Ülkemizin en karanlık günlerinde TMMOB mücadelesine ve örgütlülüğüne sahip çıkan sevgili delege arkadaşlarım,

TMMOB Yönetim Kurulumuz adına hepinizi sevgi, saygı ve dostlukla selamlıyorum. Sizlerle bu ülkenin aydınlık yarınları için yan yana yürümekten, aynı cesaret ve umudu büyütmekten büyük bir mutluluk ve onur duyuyorum. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 48. Olağan Genel Kuruluna hepiniz hoş geldiniz.

Sevgili Dostlar,

Bugün, Genel Kurulumuz için toplandığımız bu tarih, Türkiye tarihinin en kitlesel, en şanlı, en onurlu direnişlerinden biri olan Gezi Direnişinin yıldönümüne denk geliyor. Bundan tam 11 yıl önce bu ülkenin geleceğine, özgürlüğüne, doğasına, deresine, kıyısına, ağacına sahip çıkmak için sokaklara çıkan o cesur kalabalıklara selam olsun!

Selam olsun Mimarlar Odamızın Hukuk Danışmanı Can Atalay’a, selam olsun Şehir Plancıları Odamızın Onur Kurulu Üyesi Tayfun Kahraman’a; Gezi Davasında yargılanan, tutsak edilen, ceza alan tüm arkadaşlarımıza selam olsun!

Ve elbette Gezi Direnişinde kaybettiğimiz çocuklarımıza… Abdocan’a, Mehmet’e, Ethem’e, Ali İsmail’e, Medeni’ye, Ahmet’e, Hasan’a, Berkin’e bin selam olsun!

İktidar, korkusundan unutamadı onları, bizler hasretimizden…

Gülten Akın’ın dizeleriyle:

Selam olsun bizden önce geçene,

Selam olsun dosta, hasa, çile çekene

Selam olsun dayanana, düşene

Yüreğim yürektir, bakma gözüm yaşına.

Gezi Direnişi gibi tertemiz alınlarından öpüyorum hepsini…

Sevgili Dostlar,

Tam 767 gün oldu… Adalet ayıbı siyasi güdümlü bir kararla arkadaşlarımız tam 767gündür mahpus tutuluyor. Anayasa Mahkemesi kararları bile uygulanmıyor. Ne için?

Taksim Meydanında imar planlarına ve yargı kararlarına aykırı olarak başlatılan inşaat çalışmalarına meslek odası temsilcileri ve vekili olarak karşı çıktıkları için, Gezi Parkını sahiplendikleri için, anayasal görev ve sorumluluklarını yerine getirdikleri için, konuyu yargıya taşıdıkları için, Türkiye tarihinin en barışçıl, en masum, en kitlesel, halk hareketlerinden biri olan Gezi Direnişinin bir parçası oldukları için…

Bildiğiniz gibi TMMOB Yönetim Kurulu üyemiz Mücella Abla, Mücella Yapıcı, geçtiğimiz Eylül ayında tahliye edildi, şu anda aramızda. Mücella Abla serbest bırakıldı ama aklımız ve yüreğimiz hâlâ zapt edilen arkadaşlarımızda.

Onları elimizden aldıkları mahkemenin kapısında hep birlikte bir söz vermiştik: “Gezi Parkına nasıl sahip çıktıysak, Gezi Direnişine nasıl sahip çıktıysak, tutuklanan arkadaşlarımıza da aynı kararlılıkla sahip çıkacağız” demiştik.

Bilsinler ki Gezi Davasında tutuklanan arkadaşlarımız bizim yüz akımız ve onurlu tarihimizin bir parçasıdır. Dile kolay, arkadaşlarımız 767 gündür cezaevinde... Biz de 767 gündür adalet nöbetleri tutuyoruz. Arkadaşlarımızın derhal salıverilmesini istiyoruz. Gezi’ye özgürlük istiyoruz. Adalet arayışımızı, arkadaşlarımız özgürlüklerine kavuşana dek sürdüreceğiz. Bilsinler ki onlar gidecek, karanlık gidecek; ama Gezi Direnişinin mirası bu topraklarda boy verecek.

Buradan iktidara bir kez daha sesleniyorum: Hukuku ve yargı organlarını siyasal çıkarlarınız doğrultusunda kullanmaktan vazgeçin.

Buradan yargı organlarına ve yargıçlara da bir kez daha sesleniyorum: Kararlarınızı iktidarın ihtiyaçlarına göre değil, hukukun evrensel ilkelerine göre verin.

Adaletin yerini bulması için, zedelenen toplumsal vicdanın onarılması için arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın!

Sevgili Dostlar,

Buradan bir selam da emeğinin karşılığını alabilmek için, insanca yaşayabilecekleri bir ücret ve çalışma koşulları için, yaşam alanlarına, ülke varlıklarına, üniversitelerine, toplumsal cinsiyet eşitliğine, haklara, özgürlüklere ve çocuklarının geleceğine sahip çıkmak için Türkiye’nin dört bir yanında direnen, mücadele eden işçilere, emekçilere, emeklilere, gençlere, kadınlara tüm toplum kesimlerine göndermek istiyorum. Ortak geleceğimiz, bu kazanımlarla şekillenecek ve güzelleşecektir.

Emeğin güçlü kollarıyla kurulacak bir dünyada ne açlık olacak ne sefalet, ne savaş olacak ne nefret, ne emperyalist boyunduruk olacak ne kapitalist sömürü, ne gericilik olacak ne de cehalet!

Emeğimizle kuracağımız dünyada demokrasi olacak, özgürlük olacak, barış olacak, bağımsızlık olacak, laiklik olacak, gönenç olacak, huzur olacak!

Buna yürekten inanıyorum.

Değerli Konuklar, Sevgili Arkadaşlar,

Öyle zor zamanlardan geçiyoruz ki insan söze neresinden başlayacağını bilemiyor.
Her çalışma dönemimize bir öncekinden çok daha kötü ülke ve çok daha kötü dünya koşulları altında giriyoruz.

Türkiye ve bölge halklarının başından savaşlar, felaketler eksik olmuyor. Yüzyılların birikiminden öğrendiğimiz acı bir gerçek var: Bulutlar nasıl ki yağmurla yüklüyse ve belirli bir yoğunlukta yağmura dönüşüyorsa, kapitalizm de savaşla yüklü ve bir noktadan sonra mutlaka savaşa dönüşüyor. Sömürüye, bencilliğe, kâr hırsına ve şiddete dayalı bu anlayış, dünyanın her yanını savaş alanına çeviriyor.

Rusya Ukrayna savaşının yarattığı acılar sürerken Filistin’de bir insanlık dramı yaşanıyor. Hemen yanı başımızda, Filistin’de bir halk, dünyanın gözü önünde resmen soykırıma uğruyor. Emperyalist merkezler göz göre göre bu katliama sessiz kalıyor…

Hepimiz biliyoruz: Bu katliamları yapanlar kadar, sessiz kalanlar da göz yumanlar da suçludur.

TMMOB, direnen Filistin halkının yanındadır. Bu ülkenin devrimcileri, bu ülkenin yurtseverleri Filistin Direnişinin daima yanında olmuştur. Emperyalistlere karşı, işgalcilere karşı siper yoldaşlığı yapmıştır. Onurlu Filistin Davamızın, Filistin halkının özgürlük düşünün, emperyalist güçlerin kirli hesaplarına terk edilmesine izin vermeyeceğiz. Dünyanın her yanındaki üniversitelerde, meydanlarda yükselen sesi yükselteceğiz.

Buradan bir kez daha sesleniyorum: İsrail saldırısı ve işgali derhal sona erdirilmelidir. Emperyalist soykırımcı savaş son bulmalıdır. İsrail’le askeri, ekonomik, istihbari tüm anlaşmalar iptal edilmelidir. Artık bir savaş örgütü haline gelen NATO’dan çıkılmalıdır. Ülkemizdeki tüm Amerikan üsleri kapatılmalıdır.

Sevgili Dostlar,

Günler, aylar, yıllar, mevsimler geçiyor; ancak bu ülkenin tepesine kara bir bulut gibi çöken karanlık hiç dağılmıyor.

Hepimizin hafızalarında ilk günkü kadar tazedir… Pandeminin yarattığı tahribatın etkileri henüz tazeliğini korurken, 2023 yılına da 11 ilimizi etkileyen ve bizi her açıdan büyük bir yıkıma uğratan 6 Şubat Depremleriyle başladık.

Bu büyük acının ilk gününden başlayarak TMMOB örgütlülüğü ve yöneticileri olarak deprem bölgesindeydik.

Aradan 15 aya varan bir süre geçti, ama afet yönetim sürecinde yaşanan zafiyet yetmezmiş gibi yeniden yapılaşma sürecinin de kötü yönetilmesi nedeniyle yaşanan sorunların katlanarak büyüdüğünü görmek hepimizi bir kez daha kahrediyor. Geçici barınma yerlerinin oluşturulmasından yeni yerleşim yerlerinin planlanmasına, kalıcı konutların yapılmasına kadar her aşamada rantçılar, vurguncular yine devrede. Depremden etkilenen kentlerimizde halen barınma, sağlık, eğitim gibi temel gereksinimler bile tam anlamıyla karşılanamıyor.

Bildiğiniz gibi, depremler sonrası hazırladığımız “TMMOB Kahramanmaraş Depremleri Raporu”nu kamuoyuyla ve yetkililerle paylaştık. Depremin 1. yılına yönelik hazırladığımız değerlendirme raporunu da bir broşür şeklinde kamuoyunun incelemelerine sunduk.

Herkes biliyor ki TMMOB’nin raporları ve önerileri dikkate alınsaydı; mühendislik, mimarlık ve plancılık hizmetleri bir prosedür haline getirilmeseydi; “kentsel dönüşüm” adı altında yürütülen süreç rantsal dönüşüme kurban edilmeseydi; kentleşme ve barınma politikaları kamucu bir anlayışla oluşturulsaydı; kaçak yapılaşmaya göz yumulmasaydı; her seçim döneminde imar afları gündeme getirilmeseydi; TMMOB ve bağlı Odaları yapı tasarım, üretim ve denetim süreçlerinden dışlanmasaydı, yaşadığımız acıların boyutu bu düzeyde olmazdı. Ancak gözünü rant hırsı bürümüş iktidar, gözünü de kulaklarını da uyarılarımıza kapatmış durumda.

Buradan bir kez daha ifade ediyorum: TMMOB olarak mesleklerimizin hayati öneminin ve sorumluluğumuzun farkındayız! Her ne pahasına olursa olsun, her ne engel çıkarırlarsa çıkarsınlar, ülkemize ve halkımıza karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeye, mesleğimizin gereklerine sahip çıkmaya devam edeceğiz.

Sevgili Arkadaşlar,

Bir felaket iktidarıyla geçiyor yıllarımız. Her seferinde, her yeni günde “bundan daha kötüsünü görmeyiz” dedikçe, hep daha kötüsünü, daha acısını yaşatıyor bu iktidar bize.

13 Şubat’ta İliç’te yaşadığımız çevre felaketi bu kötülüğün, bu yağmanın en son örneği olmuştur. Biliyorsunuz TMMOB olarak Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından işletilen Çöpler Kompleks Maden İşletmesinin 2021 yılında kapasite artışı yapmasına yönelik Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen “ÇED Olumlu” kararının iptaline ve yürütmesinin durdurulmasına yönelik dava açmıştık. Bu dava sürerken ve bu tesiste bir dizi irili ufaklı çevresel felaket yaşanırken 2023 yılında aynı işletmenin açık ocağının genişletilmesine ilişkin bir proje daha uygulamaya sokuldu. Ne hazindir ki Erzincan Valiliği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü bu genişleme projesi için “ÇED gerekli değildir” kararı verebildi. Bu karara karşı da dava açtık.

Her raporumuzda, her açıklamamızda, tüm dava dilekçelerimizde İliç sahasında yaşanabilecek kaymayı defalarca vurgulamamıza karşın ne bakanlık ne yerel idare ne de mahkemece uyarılarımız dikkate alındı.

Yaşanan felakete göz göre göre yol verildi. Doğamızın tahrip edilmesi ve kaynaklarımızın sömürülmesinin yanı sıra yaşamlarımız da katledildi. 9 madenci kardeşimiz toprak altında kalarak yaşamlarını kaybetti. 5 madencimizin cansız bedenlerine bile henüz ulaşılamadı. Kaybettiğimiz kardeşlerimizin şahsında yıllardır madenlerde, iş cinayetlerinde yitirdiğimiz tüm canlarımızı saygıyla anıyorum.

İlçi’te yaşanan felaketten ancak 21 gün sonra, bizim açığımız davadan ise tam 3 yıl sonra mahkeme nihayet her iki proje için de yürütmeyi durdurma kararları alabildi. Gecikmiş adalet, adalet değildir! Gecikmiş adaletin bedelini toplumun tümü ödemektedir.

Buradan bir kez daha ifade ediyorum: Yalnızca süregelen davaların konusu olan ÇED kararlarının iptali ile yetinilmemelidir. Madenlerimiz ulusal ve uluslararası sermaye gruplarının yağma alanı olmaktan çıkarılmalıdır. Ülkemizde hüküm süren sömürge madenciliği politikalarına son verilmelidir. Tüm maden işletmeleri yeniden kamulaştırılmalıdır. Yaşanan iş cinayetlerinin her düzeydeki tüm sorumluları yargı karşısında hesap vermelidir.

Sevgili Arkadaşlar,

Cumhuriyetin ikinci yüzyılının ilk günlerini yaşıyoruzHepimiz biliyoruz, cumhuriyet bu değil!... Cumhuriyet, günlerimizin ay sonunu nasıl getireceğimizin hesabıyla, çocuklarımızın gelecek kaygısıyla, ölümlerle, kazalarla, yıkımlarla geçmesi demek değil.

Cumhuriyet, anne babaların çocuklarının karnını doyuramadığı için intihar ettiği, gençlerimizin gelecek endişesiyle hayatlarına son verdiği, çetelerin-mafyaların kol gezdiği, bir avuç insan daha da zenginleşirken halkın açlığa-yoksulluğa mahkûm edildiği bir düzen asla değil.

Cumhuriyet, depremde başımıza yıkılan, sellerle sular altında kalan kentlerimize bakınca gördüğümüz o çaresizlik değil.

Cumhuriyet, bu ülkenin emekçilerinin sömürge madenciliği faaliyetlerinin yarattığı yıkımla liç yığınları altında can vermesini acıyla üzüntüyle seyretmek hiç değil.

Cumhuriyet, “kimsesizlerin kimsesi” olmak; çağdaş, demokratik bir ülke yaratmak; eşit, adil, laik ve gerçekten bağımsız bir ülke inşa etmek idealiyle kuruldu. Geldiğimiz aşamada Cumhuriyet’in tüm bu kurucu değerleri yerle bir edilmiş durumda.

Aradan geçen yüzyılın sonunda emperyalizme her alanda bağımlı, halk egemenliği yerine tek adam rejiminin, laikliğin yerine gericiliğin, bilimin yerine hurafelerin, sosyal devlet anlayışı yerine tarikat-cemaat ilişkilerinin ve hukukun üstünlüğü yerine parti devleti anlayışının egemen olduğu bir ülke haline getirildik.

Bugün elimizde her alanda harabeye dönmüş bir ekonomi ve hukuktan bürokrasiye kadar her alanda çürümüş bir devlet yapılanmasından başka bir şey kalmadı.

Ülke tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşıyoruz. Bütçede bu denli gedik olunca, Merkez Bankasında bir kuruş para kalmayınca, dış ticaret açığı artınca ekonominin tüm yükü, emeğiyle geçinenlerin sırtına yüklenmiş durumda.

Mayıs aynın ortasında Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in açıkladığı “kamuda tasarruf tedbirleri”ni hepimiz gördük. Bakanın gururla açıkladığı pakette ne tasarruf var ne adalet!

Pakette yandaş müteahhitlere yapılan fahiş ödemelere son vermek yok. İktidar destekli vakıflara, cemaatlere aktarılan kamu kaynakları yok. Ülkenin 8 bakanlığından daha fazla kaynak tüketen Diyanet bütçesinden kısıntı yok. Geçiş garantili köprüler, yolcu garantili havaalanları, hasta garantili şehir hastaneleri, alım garantili sözleşmeler yok. “İtibardan tasarruf olmaz” diye savunulan lüks saray harcamaları yok. Sermaye kesimlerine tanınan vergi imtiyazlarına son vermek yok.

Çünkü buralara akan paralar, vergi olarak yine bizim cebimizden, emeğiyle geçinenlerin cebinden çıkıyor. Çünkü buralara akan paralar, özelleştirilen kamu işletmelerinden elde ediliyor. Çünkü buralara akan paralar, yok pahasına satılan kamu arazilerinden, madenlerimizden, kıyılarımızdan elde ediliyor.

Peki, buralardan tasarruf yok da nelerden tasarruf var?

“Kamuda tasarruf” adı altında, hastanede sağlık emekçisinden, okulda öğretmenden, yatırımcı bakanlıklarda teknik elemanlardan tasarruf var. Kamuda istihdamın durdurulması var. Vergisini ödememize rağmen zaten nitelikli bir biçimde yararlanamadığımız kamu hizmetlerinden tasarruf var. “Kamuda tasarruf” adı altında IMF programı var. Kamu yatırımlarının daha da kısılması var. Daha fazla işsizlik var. Esnek, güvencesiz çalışma var. Reel ücretlerin daha da kısılması var. Daha fazla sefalet var, daha fazla yoksulluk var.

Bakanın tasarruf diye açıkladığı, sermayedarları zarara uğratmadan, krizin tüm yükünü emekçi kesimlere taşıtmaktan başka bir şey değil.

Tasarruf paketi aldatmacasından da açıkça görüleceği üzere: Bu iktidarın gündeminde halkın yaşadığı sorunlara çözüm üretmek yok.

Bu iktidarın tek derdi, yıllardır kurdukları sömürü düzenini ne pahasına olursa olsun devam ettirmek. Bu iktidarın tek derdi, yandaşlarına verdikleri garantili ihalelerin ödemelerini aksatmamak. Bu iktidarın tek derdi, ülkenin tüm varlıklarını, tüm kaynaklarını, tüm güzelliklerini eşine-dostuna peşkeş çekmek. Bu iktidarın tek derdi, dinci gericiliği halka yaşam tarzı olarak dayatmak.

Sevgili Arkadaşlar,

Bu sömürü düzeni sürsün diye yapmadıkları hiçbir şey kalmadı. Bilimin, tekniğin ve aklın sesine kulak tıkadılar. Bu ülkenin aydınlarını, sanatçılarını, bilim insanlarını, meslek odalarını hedef gösterdiler. Muhalif siyasetçileri, gazetecileri, sosyal medya kullanıcılarını hukuksuz biçimde cezaevlerine attılar. Kazanamadıkları seçimleri yok saydılar, seçimle alamadıklarına kayyumla el koydular.

Anayasa değişikliğiyle güçler ayrılığı ilkesini ortadan kaldırarak parlamentoyu etkisiz hale getirip halk egemenliği yerine kişi ve parti egemenliğini getirdiler. Yargıyı iktidarın güdümüne sokup hukukun üstünlüğü anlayışını tamamen bitirdiler.

Dışlayıcı-kamplaştırıcı-düşmanlaştırıcı politikalarla tüm toplumu saflaştırdılar. Kindar ve dindar bir nesil yetiştirme hedefiyle okulöncesinden üniversiteye kadar eğitimin her alanında büyük tahribat yarattılar.

Milli Eğitim Bakanlığından yandaş sendikalara, Diyanet İşleri Başkanlığından iktidar destekli vakıflara, cemaatlere kadar farklı kollarda yürütülen planlı çalışmalarla laikliğin tümüyle tasfiye edildiği, bütün yaşamın dinsel hükümler uyarınca inşa edildiği bir devlet yapılanması inşa etmeye uğraştılar, hâlâ da uğraşıyorlar.

Bakınız, ÇEDES projesi bütün bunların bir örneğidir. Geçtiğimiz günlerde uygulamaya sokulan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” bütün bunların bir örneğidir. Haziran ayında meclise gelecek olan 9. yargı paketinin içine “etki ajanlığı” gibi başı sonu belli olmayan bir suç sokuşturarak her türlü eleştirinin “halka ve devlete düşmanlık”tan yargılanmasının yolunu açma girişimi bütün bunların bir başka örneğidir.

Kobane kumpas davası bunun bir örneğidir. Selahattin Demirtaş’a verilen 46 yıllık, Figen Yüksedağ’a verilen 30 yıllık mahkûmiyet kararları bunun bir örneğidir. AYM ve AİHM kararlarına, anayasal güvence altında olan temel hak ve özgürlüklere rağmen 1 Mayıs’ta Taksim’i emekçilere kapatarak suç işleyen iktidarın, suçunu örtbas etmek için tüm toplumsal muhalefeti sindirmeye, susturmaya çalışması ve âdeta bir cadı avına dönen tutuklamaları bunun bir örneğidir.

Buradan bu vesileyle bir kez daha söylemek istiyorum: Arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın!... Bu kararların hiçbiri hukuki değildir. Bu kararlar tıpkı Gezi Davası gibi düpedüz siyasidir. Toplumun her kesimine gösterilen bir sopadır.

Kameralara yumuşama açıklamaları yaparken halka sopa göstererek ne demokratikleşme olur ne de normalleşme.

Buradan tüm muhalefet partilerini uyarıyorum: Mevcut yasaları işine geldiği gibi uygulayan, Anayasa Mahkemesi kararlarını bile görmezden gelen, anayasayı yok sayan bir zihniyetle ne yeni bir anayasa yapılır ne de anayasa tartışılır.

Değerli Arkadaşlar,

Yıllardır hukuksuzluk, liyakatsizlik, yolsuzluk, sömürü ve rant üzerine inşa edilmiş bu rejim öylesine çürüdü ki her yanından tel tel dökülüyor.

Hayat pahalılığı, işsizlik, güvencesizlik, düşük ücretler, artan vergi yükü, geçim sıkıntısı, yokluk, yoksulluk, gelecek kaygısı, hukuk ihlalleri, giderek artan baskıcı ortam bütün toplum kesimlerinin yaşamını tehdit eder hale geldi.

Herkes bu duruma isyan ediyor. İtirazlar dalga dalga büyüyor.

Bu ülke halkı artık bu iktidar tarafından yönetilmek, tek adam rejimi altında yaşamak istemiyor! Çünkü bu iktidarın halkın yaşamını iyileştirmek, ülkenin geleceğini kurtarmak gibi bir derdi olmadığını artık herkes görüyor. Bunun en somut örneğini yerel seçim sonuçlarında yaşadık.

Mayıs seçimlerinin ardından ısrarla vurgulamıştık: “Seçimleri kazandılar, ama bu ülkenin yarısının da rızasını alamadılar. Bu kesimlerin iradesi ve talepleri yok sayılarak ne ülke yönetilebilir ne de istikrar sağlanabilir,” demiştik. Gerçekten aradan 10 ay bile geçmeden zaman bizi haklı çıkardı.

Hayat kendini dayattığında, mesele emek ve ekmek kavgası olduğunda bu ülkenin emekçileri, emeklileri, ezilenleri, kadınları, gençleri “Buradayız” dedi. Ülkesinde yaşayamaz hale gelip yurtdışına gitmek zorunda kalanlar için, güvenceli bir gelecek olmadığı için, yaşamlarına son veren gençler için, emekli yaşında hâlâ çalışmak zorunda kalanlar için, “iş kazası” diyerek öldürülen emekçiler için ses yükselttiler.

İşte, umut da gelecek güzel günler de bu yükselen seste saklıdır.

Sevgili Arkadaşlar,

TMMOB örgütlülüğü olarak meslek uygulama alanlarımızda hazırladığımız bilimsel raporlarla; kentlerimizin, kıyılarımızın, ormanlarımızın, tarım alanlarımızın, kamuya ait işletmelerimizin, madenlerimizin, tarihi eserlerimizin, kültürel mirasımızın yağmalanmasına karşı yürüttüğümüz mücadele ve açtığımız yüzlerce davayla; ülkenin her yerine yayılmış örgütlü gücümüzle halktan, emekten, barıştan ve demokrasiden yana tüm çabalara verdiğimiz etkin destekle; 2 yıl gibi kısa bir çalışma döneminde ülke çapında düzenlediğimiz onlarca kongre, kurultay, sempozyum gibi etkinliklerimizle bu umut ışığının büyümesinde önemli bir rolümüzün olduğunu biliyor ve bunun haklı kıvancını yaşıyoruz.

Değerli Arkadaşlar,

Bu tarihsel dönemde belki de geçmişten çok daha fazla biz mühendis, mimar ve şehir plancılarının bilgisine, emeğine, özverisine ihtiyaç var.

Biz mühendis, mimar ve plancılar, tarımsal ve sanayi üretiminin itici gücüyüz. Ülkenin imarında, enerji üretim-iletim ve dağıtımının tüm aşamalarında, iletişim ve bilişimde, madenlerimizin bulunup işletilmesinde ciddi görevler üstleniyoruz. Ülke sanayisinin, tarımının geliştirilmesi; doğal çevrenin, ormanlarımızın, tarihi ve kültürel varlıklarımızın korunması ve gelecek kuşaklara taşınması asli sorumluluğumuz.

Bu boyutuyla bakıldığında bilimi, tekniği, mühendisliği, mimarlığı, plancılığı, üretimi, yatırımı, insanı ve doğayı dışlayan, dışa bağımlı piyasacı politika ve uygulamaların yıkıcı sonuçları yalnızca biz mühendis, mimar ve şehir plancılarının yaşam koşullarını kötüleştirmekle sınırlı kalmıyor… Kamuya ait varlıklarımızın haraç mezat satılmasının, ülkemizin teknik altyapısının bitirilmesinin bedeli tüm topluma işsizlik, pahalılık, yoksulluk ve yoksunluk olarak geri dönüyor.

Ülkemizin sanayileşme hedefinden uzaklaşmasından ve özelleştirme uygulamalarından dolayı ekonomik krizlere karşı savunmasız hale geliyoruz. Rantiyeye dayalı kentleşme ve yapılaşma uygulamaları nedeniyle afetlere kaşı savunmasız hale geliyoruz. Kâr hırsından ötürü alınmayan tedbirler nedeniyle iş cinayetlerine, işyeri felaketlerine karşı savunmasız hale geliyoruz. Tarım ve hayvancılık alanında izlenen dışa bağımlı politikalar nedeniyle gıda krizi, kıtlık ve açlık tehlikesiyle boğuşuyoruz.

Sevgili Arkadaşlar,

TMMOB olarak mesleklerimizin ülkemiz ve halkımız için yaşamsal öneminin bilincindeyiz. Tüm çalışmalarımızı da bu bilinçle, bu inançla sürdürüyoruz. TMMOB olarak bizler, yıllardan beri her platformda sanayiden eğitime, kentleşmeden çevreye, beslenmeden sağlığa, enerjiden tarıma, bilişimden madenciliğe kadar her alanda kamucu-toplumcu politikaların öneminin altını çizmeye çalışıyoruz.

Bizler, bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancıları:

Bilimi ve teknolojiyi esas alan, üreten, kalkınan, sanayileşen, tarımda kendi kendine yeten, hakça bölüşen bir ülke istiyoruz.

Dış girdilere bağımlı olmayan; kamunun ekonomideki yönlendiriciliğini toplumsal yararlar doğrultusunda artıran; sosyal refah-sosyal hukuk devleti anlayışını benimseyen; erişilebilir, nitelikli, ücretsiz sağlık, eğitim, sosyal güvenlik hizmetlerini hedefleyen; doğayla, tarihle ve insanla barışık; istihdam, emek ve halk odaklı bir kalkınma planlamasının yaşama geçirilmesini istiyoruz.

Adil bir gelir dağılımı istiyoruz.

İşsiz meslektaşlarımıza istihdam alanları açılmasını istiyoruz.

Ücret ve hak kayıplarımızın giderilmesini istiyoruz. Güvenli ve güvenceli çalışma koşulları istiyoruz.

Mühendis, mimar ve şehir plancısı istihdamında, almış olduğumuz eğitim, vermiş olduğumuz hizmet ve üstlenmiş olduğumuz sorumluluğun niteliğine uygun ve insanca yaşanacak bir asgari ücret belirlenmesini istiyoruz.

Mühendislik, mimarlık ve şehir planlama disiplinlerine ilişkin yeni fakülte ve bölümlerinin açılması, eğitim programlarının oluşturulması, kontenjanlarının belirlenmesi, staj koşullarının tanımlanması süreçlerinde TMMOB‘nin onayının alınmasını istiyoruz.

TMMOB ve bağlı Odaların ellerinden alınan mühendis, mimar ve şehir plancısı asgari ücreti belirleme yetkisi ile kamusal ve mesleki denetim yetkilerinin iade edilmesini istiyoruz.

Kamuda daha fazla istihdam istiyoruz. Kamu çalışanı üyelerimizin ek göstergelerinin ve özel hizmet tazminatlarının eşdeğer kadrolara uygun olarak güncellenmesini ve yükseltilmesini istiyoruz.

Liyakate dayalı bir kamu yönetimi istiyoruz.

Açlık sınırında yaşamaya mahkûm edilen tüm emekliler gibi emekli maaşlarımızın yükseltilmesini istiyoruz.

Özelleştirme uygulamalarına son verilmesini, kamucu politikalara dönülmesini, kamu yatırımlarının ve kamuda istihdamın artırılmasını istiyoruz.

Mühendislik, mimarlık ve şehir planlamayı yok sayan, bilime ve tekniğe aykırı mevzuat ve uygulamalara son verilmesini istiyoruz.

Sadece kendimiz için değil, tüm halkımız için insan onuruna uygun bir yaşam istiyoruz.

Ve böylesi bir gelecek için mücadele ediyoruz!

Bizler, bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancıları:

Yaşadığımız sorunların, ülkemizin ve halkımızın sorunlarından bağımsız olmadığının da bilincindeyiz. Tüm toplum olarak el ele, dayanışma içerisinde mücadele etmezsek yaşadığımız sorunların daha da büyüyeceğini çok iyi biliyoruz.

Sevgili Arkadaşlar,

47. çalışma dönemimizde tüm faaliyetlerimizi bu bilinç ve sorumlulukla sürdürdük. Meslek alanlarımızdaki neoliberal yağma, tahribat ve yozlaşmaya karşı kamucu-toplumcu politikaların takipçisi olduk.

Depremlerden orman yangınlarına, sel felaketlerine, çevre katliam ve talanlarına kadar nerede bir efkâr varsa tüm örgütlü gücümüzle oradaydık.

Ülkemizi kasıp kavuran kriz koşullarında meslektaşlarımızın ekonomik, demokratik ve mesleki çıkarlarının geliştirilmesi için mücadele ettik.

Mesleklerimizin toplumsal kalkınma ve gönençteki yaşamsal önemini vurgulamak için, Cumhuriyetin 100. yılında ne hale getirildiğimizi, nasıl ve neden gözden çıkarıldığımızı, hangi sorunları yaşadığımızı ortaya koymak ve bu sorunlarımızın çözümü için geçtiğimiz Eylül ayında “Boşuna mı Okuduk” ana başlığıyla ve “Boşuna Okumadık” seslenişiyle kapsamlı bir kampanya yürüttük.

Kampanya sürecinde birçok etkinlik düzenledik. Birçok kısa film hazırladık. Yeni mezun, işsiz, ücretli çalışan, serbest çalışan, emekli üyelerimizin sorunlarını dile getirmeye, mesleklerimizin günlük yaşamın her alanındaki etkisi ve öneminin altını çizmeye çalıştık. Kitlesel eylemlilikler gerçekleştirdik.

Hemen her meslek ve çalışma alanımızda düzenlediğimiz onlarca kongre, kurultay, sempozyum ve çalıştaylarımızın yanı sıra çalışma gruplarımız tarafından hazırlanan sanayi, afetler, enerji, eğitim, mesleki denetim, iş güvenliği, yerel yönetimler ve çevre sorunlarına ilişkin raporlarla, 47. dönemimize denk gelen genel seçim ve yerel yönetim seçimine yönelik seçim bildirgelerimizle ve yaptığımız yüzlerce açıklamayla kamucu politikaların önemini ısrarla dile getirdik.

Bu yıl TMMOB’nin 70. yaşını kutlayacağız. Bugüne kadar nasıl bıkmadan, inatla sözümüzü söylediysek, bundan sonra da bilim, teknik ve emeğin ışığında halk için, ülkemizin geleceği için çalışmaya devam edeceğiz.

Bizlere nasıl saldırırlarsa saldırsınlar, savunduğumuz değerlerden asla geri adım atmayacağız. Örgütsel yapımızın, demokratik işleyişimizin, iç hukukumuzun ve kamusal varlığımızın çiğnenmesine göz yummayacağız!

Bu örgüt bizlere Harun Karadeniz’lerin, Akın Özdemir’lerin, Teoman Öztürk’lerin mirasıdır.

Bizler bugüne kadar TMMOB’yi aşkla sevdik, sevdayla koruduk ve kararlılıkla savunduk.

70 yıldır nasıl yaptıysak, bundan sonra da örgütümüze, örgütlülüğümüze aynı duygularla sahip çıkmaya devam edeceğiz!

Sevgili Arkadaşlar,

Sözlerime son verirken çalışma dönemimiz boyunca mesleki ve özel hayatlarından feragat ederek, TMMOB örgütlülüğünü büyütmek için gecesini gündüzüne katarak TMMOB ve Oda organlarında görev yapan arkadaşlarıma; şube yönetim kurullarında ve temsilciliklerde görev alan arkadaşlarıma; illerde TMMOB örgütlülüğünü büyüten İKK sekreterlerimize; çalışma gruplarında, kongre, sempozyum ve kurultaylarımızın düzenleme ve yürütme kurullarında görev alan üyelerimize; TMMOB çalışmalarında bize destek olan bilim insanlarına ve uzmanlara ve elbette emeklerini emeğimize katan Birlik ve Oda çalışanı arkadaşlarıma büyük bir inanç ve özveriyle örgütümüze verdikleri katkılardan dolayı Yönetim Kurulumuz adına teşekkür ediyorum.

Konuşmama Gülten Abla’nın şiiriyle başlamıştım. Ahmed Arif’in umut dolu dizeleriyle bitireyim:

“Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı,

Macera değil.

Yaşamak, sade ‘yaşamak’

Yosun, solucan harcıdır.

Öyle açar ki umut.

Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da

Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna,

Daha bir burcu - burcudur.

Yarınlar bizim olacak, yarınlar güzel olacak!

İnsanca yaşayabileceğimiz bir Türkiye ve dünya umuduyla, Genel Kurulumuzu bir kez daha selamlıyorum.

Genel Kurulumuzun, özgür, demokratik bir Türkiye mücadelemize; üreten, sanayileşen, kalkınan ve hakça bölüşen bir ülke özlemimize katkıda bulunması dileğiyle hepimize kolaylıklar diliyorum.

YAŞASIN TMMOB ÖRGÜTLÜLÜĞÜ, YAŞASIN MÜCADELEMİZ

Emin Koramaz
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı