Enerji

Genel

Toplumları oluşturan tüm bireylerin kullanımına açık olan ve kullanılmasının engellenemeyeceği her türlü mal ve hizmete toplumsal mallar denilmektedir. Denizlerdeki balık, hava, su, plajlar vb. oluşumlar ve bunların kaliteleri doğal toplumsal mallar olduğu gibi, kültürel faaliyetler sonucu oluşan belirli üretimlerde-kullanımlarının zorunluluğundan dolayı- toplumsal mal veya hizmet özelliği taşırlar.

Sağlık, eğitim, güvenlik, iletişim, enerji vb. hizmetler yararlanılmasının zorunluluğu ve vazgeçilmezliğinden dolayı toplumsal hizmetlerdir. Herkesin kullanımının serbest olduğu toplumsal varlıkları her bir birey aynı miktarda kullanamaz (veya birinin kullanım şekli diğer bireylerin kullanımını engelleyebilir). Bu durum o hakkı kullanmayanın veya kullanamayanın hakkının kaybına neden oluşturmaz. Hastanelere hasta olunca gidilir. Hasta olmayan bir insanın hastaneden yararlanımı sadece moralsaldır. Gene belli kamusal değerlerin kullanımlarında da bireyler arasında farklılıklar oluşabilir. Ulusal parkları herkes ziyaret edemediği gibi elektrik üretimini de herkes aynı oranda kullanamaz. Bu tür oluşumlarda az kullananın haklarını koruyabilmek için, bu hizmetler bir bedel karşılığı sunulabilir. Bu bedel sunulan hizmetin kamu hizmeti olduğu gerçeğini değiştirmez. Kamu hizmeti tanımı konusunda ortak bir görüş yoktur. Ancak Anayasa Mahkemesi‘nin 28.06.1995 tarih, 1994/71 E. 1995/23 sayılı kararında kamu hizmeti; "En geniş tanıma göre kamu hizmeti devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından ya da bunların gözetim ve denetimi altında genel ve ortak gereksinimleri karşılamak, kamu yararı ya da çıkarını sağlamak için yapılan ve topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli etkinliklerdir" şeklinde tanımlanmaktadır. Oysa kaliteli hava kullanımı her ne koşulda olursa olsun herkesin ve her kesimin doğal kullanım hakkıdır. Bu hak, sermayenin kar hırsı ile alınmayan önlemlerden dolayı çoğu zaman kullanılamaz. Bu durum hakkını kullanılamayan için bir hak kaybı, kullanımı engelleyenler içinde yeni türeyen bir hak değildir. Bu tür hakların kamusal hizmetler olmasından dolayı her yönetim sisteminde, bu tür hizmetlerin üretilip tüketilmesinde toplumsal yarar ve toplumsal ihtiyaçlar gözetilir. Bu hizmetlerin niteliğinden dolayı da hizmetlerin yönetim biçimleri doğal tekel olarak görülürler.

Enerjinin Niteliği

Doğadan belirli bir üretimin sonucunda elde edilen petrol, hidrolik, doğal gaz, kömür, uranyum türlerine "Birincil Enerji Kaynakları", kaynağın çevrimi sonucu elde edilen, elektrik, havagazı, petrol ürünleri, kok, briket gibi kaynaklara "ikincil Enerji Kaynakları", güneş, rüzgar, jeotermal ve deniz gibi enerji kaynakları ise "Yenilenebilir Enerji Kaynakları" şeklinde adlandırılmaktadır.

İnsanoğlunun dünyadaki diğer canlılardan temel farklılıklarından en önemlisi kültürel bir yaşam sürdürüyor olabilmesidir. insanoğlu yaşamını coğrafi veya meteorolojik koşullara bağlı kılmaksızın dünyanın her bölgesinde sürdürür. Bu durumda da her zaman enerjiye gereksinim duyar.

Bu temel davranış biçiminden hareketle, gereksinim duyduğu enerjiyi kültürel düzeyine bağlı olarak üretir ve tüketir. Bu yaşam ve tüketim biçimleri onun için aynı zamanda yaşamsal bir zorunluluk haline dönüşür. Bu zorunluluğu yaşadığı çağdaki teknoloji düzeyi belirlemektedir.

Bu nedenle;

Tüm bu yaşamsallıklardan dolayı enerji, ticari bir mal değil, toplumsal bir hizmettir. Bu hizmet çoğu zaman insanın kullanması zorunlu insanlık hakkına dönüşür. Bir kalp hastasının yaşaması için elektrikle çalışan cihazlara, kentsel yaşamın devamı için enerjinin bir çok kaynağına gereksinim duyar. Bu konuda Fransız Yüksek Mahkemesi borçtan dolayı elektrik kesintisini insan hakları ihlali olarak yorumlamaktadır.

Bu nedenle;

Borç nedeni ile enerjisiz bırakılma insan hakları ihlalidir. Enerji kaynakları kömür, petrol, uranyum vb. doğanın insanlara sunduğu doğal miraslardır. Bu kaynakların tamamı ise tükenebilir niteliktedirler. Eski çağların kalıntıları (kültürel miraslar) Çin Şeddi, Hasan Keyf gibi varlıkların nasıl özel kişilerin mülkiyetinde ve tasarrufunda olması düşünülemiyorsa, bu durum enerji ve enerji kaynakları içinde geçerlidir.

Bu nedenle;

Enerji, toplumsal bir varlıktır. Günümüzde elektrik enerjisi toplumlar için vazgeçilmez duruma gelmiş durumdadır. Şu an için dünyadaki toplam enerji kullanımının %35‘i elektrik enerjisidir. Yakın gelecekte bu oranın daha da yükseleceği beklenmektedir. Bu artışın en temel nedeni kullanım kolaylığı ve atık bırakmamasıdır. Elektriğin bu denli yoğun kullanılması, tüketicilerin üreticiler konusunda, piyasa mekanizmaları içerisinde tercih şanslarının olmaması gibi nedenler, elektrik enerjisini sermaye sahibi için cazip kılar. Bu enerjinin üretiminden ve ticaretinden doğabilecek rant, sermaye kesiminin ilgisini çekmektedir. Tüketicilerin elektrik enerjisini kullanmada, üretim yerlerine birden çok hatla bağlantı yapabilmeleri bugünkü teknolojik koşullarda ekonomik değildir.

Elektrik üretimi yapısı gereği doğal tekeldir. Sorun, doğası gereği tekel olan bu sektörün mülkiyetinin kimde veya nerede olacağıdır. Bundan da önemlisi elektrik üretim plan ve programlarının yapımında karar verme hakkının kimde olacağıdır. Elektrik enerjisi yapısı gereği depo edilemez. Üretildiği an tüketilmelidir. Bu nedenle kapasite fazlası yatırımlar elektriği pahalı kıldığı gibi, gerektiğinde bulunamayan elektrikte pahalı bir enerji türüdür.

Bu nedenle;

Elektrik enerjisinde merkezi planlama zorunludur. Planlamanın yanı sıra elektrik enerjisinin toplumsallığı nedeni ile elektrik üretiminde üretim güvenliği ve fiyatlandırmada merkezi denetim gerekir.

Enerji üretiminde kamu yararını koruyucu merkezi denetim mekanizmaları zorunludur. Enerji yapısı gereği tüm sanayi üretimlerinin temel girdisidir. Öte yanda kullanımının yaygınlığı nedeni ile geniş halk yığınlarının yaşamlarında vazgeçilmez temel bir maldır. Bu özellikleri nedeniyle elektrik enerjisini ticari değeri değil katma değeri yüksek bir mal haline sokar. Enerjinin özellikle elektrik enerjisinin kesintisiz, yeterli ve ucuz olması zorunludur. Bunlar enerjinin kalitesini belirleyen temel argümanlardır. Enerji fiyatlarındaki artışların, ona bağlı olarak çalışma durumundaki sanayi ürünlerinin fiyatını doğrudan etkilediği sonucu enerjinin toplumsallığını belirler. Bu da onun bir kamu hizmeti olarak algılanmasını gerektirir. Kesintisizliğinin ve yeterliliğinin koşulu ise merkezi planlamadır. Kesintili ve yetersiz enerji değişim fiyatından öte pahalı bir enerji türüdür. Enerjinin yukarıdaki özellikleri enerji yönetimini doğal tekel kılar. Doğası gereği tekel olan bir üretimin veya hizmetin yönetiminin kamuda olması gereği ise açıktır.

Bu nedenle;

Elektriğin katma değeri ticari değerinden yüksektir. Globalleşme ve yeni dünya düzeni adı altında bizlere dayatılan özelleştirmeler, aslında kamusal hizmet alanlarının (yani ticari kara kapalı alanların) kar alanı olarak yeniden örgütlenmesidir. Yani kamu hizmeti fikrinin tümden reddedilmesidir. Ancak bugünkü hukuk sistemimizde; bir kamu hizmetinin üçüncü şahıslara devredilmesi imtiyaz olarak tanımlanmaktadır. Bugün elektrik enerjisi sektörü uluslararası tekellerin kar hırsına terk edilmek istenmektedir. Bu işler yapılırken de elektrik enerjisinin kamu hizmeti olduğu fikri ve iç hukukumuz reddedilmektedir. İç hukukumuz yerine uluslararası tahkimin dayatılmaktadır. Ulusal devlet yapısı, yeni dünya düzeni sahipleri emperyalist odakların çıkarlarına şu an için ters düşmektedir. Söz konusu odakların ulusal devlet yapısından anladıkları şey emekçi yığınların taleplerini baskı altında tutacak jandarmalık görevidir. Bilindiği gibi bağımsızlığı tanımlayan önemli argümanlardan birisi de kendine özgü bir hukuk sistemine sahip olmasıdır. Başka bir deyişle kendini belirleyen sınırlar içerisindeki hükümranlığıdır. Bu özellik ulusal devlet yapısının temel argümanıdır. İşte bu noktada uluslar arası sermaye ve onun yerli işbirlikçileri ulusal devletin bu yapısına saldırılarını yoğunlaştırmaktadır. Enerji sektörünün özelleştirilmesi tartışmalarının karakterini de bu kavga belirlemektedir. Bunu yüksek sesle "hoyratça" söylemekten de kaçınmamaktadır. Bugün enerji bürokrasisi yaptığı bazı açıklamalarla adeta emperyalist tekkelerin sözcülüğünü yapmaktadır. (Oysa ki Kanuni Sultan Süleyman‘ın Fransızlara verdiği ilk imtiyazla başlayan süreç dört yüz yıl sonra kapitülâsyonları ve Düyunu Umumiye İdaresi‘ni getirmiştir. Emperyalizme karşı dünyanın en önemli kurtuluş savaşlarından birini gerçekleştiren Mustafa Kemal ve arkadaşlarının meclisteki ilk gündem maddeleri imtiyazların devrinin TBMM‘ye verilmesidir. 1961 ve 1982 Anayasalarında bu güvence daha artırılmış ve imtiyazlar Danıştay güvencesine kavuşmuştur.)

Özelleştirmeler Ulusal Devlet Yapısına Bir Saldırıdır.

Gelecekte ülkemizin enerji politikaları (teknolojik tercihler, mülkiyet, kaynak kullanımı) globalleşme söylemine paralel olarak kendi dışında çizilen senaryolara göre belirlenmektedir. Senaryonun ismi ise Avrupa Birliği ülkelerince saptanmış "Avrupa Enerji Güvenliği Anlaşması" başka bir deyişle "Avrupa Enerji Şartı"dır.

Söz konusu anlaşmaya göre Avrupa enerji gereksinimini sağlamak üzere dört ana güzergah belirlenmiştir. Bu güzergahlardan gelecek enerji ile Avrupa Enerji Pazarı oluşturulacak ve enerji fiyatları da Avrupa sermayesinin kontrolünde olacaktır. Bu hatlardan ilki Kuzey Avrupa‘yı ve Britanya Adası‘nı beslemek üzere öngörülen Kuzey Denizi enerji kaynaklarını Avrupa‘ya taşıyan hattır. İkinci hat Rusya enerji kaynaklarını Avrupa‘ya taşıyan hattır ki, Orta Avrupa‘ya taşıyan petrol ve doğalgaz hatlarıdır. Üçüncü hat Kuzey Afrika enerji kaynaklarını taşıyacak olan Magrip hattıdır. Bu hat şu günlerde tamamlanmıştır. Dördüncü hat ise Ortadoğu ve Orta Asya enerji kaynaklarını Avrupa‘ya taşıması düşünülen hattır. Bu hattın Anadolu‘dan geçmesi ise zorunluluktur. Avrupa ülkeleri belirlenen bu hatların güvenliğini, hatların kontrollerinin kendi sermayelerinde olmasında görmektedir. Bu amaçla iletim hatlarının geçeceği ülkeleri enerji sektörlerini özelleştirmeye zorlamaktadır.

Anlaşma koşullarına göre taraf ülke sermayeleri yatırım yaptıkları ülke topraklarında belirli ayrıcalıklar alacaklardır. Bu anlaşmalarda ise yatırım yapılan ülke hukuku değil Avrupa da belirlenmemiş hukuk kuralları geçerlidir. Ülke içinde yaptıkları yatırımlardan doğan karlarını koşulsuz olarak yurt dışına (kendi ülkelerine) transfer edebileceklerdir. İletim hattının geçtiği ülke hat kira bedeli tespit hakkını Avrupa enerji marketine devredecektir. Uyuşmazlık konularında ise Avrupa mahkemeleri yetkili olacaktır.

Söz konusu anlaşmaya bugün için Avrupa Birliği Ülkeleri dışında sadece Türkiye ve Cezayir imzalamıştır. Anlaşmaya paralel olarak da Türkiye‘de enerji işkolunda özelleştirme çalışmalarına başlanmıştır. Türkiye‘de yakın dönem özelleştirme çalışmaları her ne kadar 24 Ocak 1980‘de ortaya konan politikalarla dillendirilse de ilk kez 1984 yılında uygulamaya konulmuştur. Bu yıllarda özelleştirmeye karşı olabilecek muhalefeti engellemek üzere sendikalar yasasında ciddi değişikliklere gidilmiştir. Sendika yönetimlerinin yönetim süreleri arttırılarak sendika bürokrasisinin oluşması sağlanmıştır. Sendika seçimlerinde ise yöneticilerin atadığı delegelerle seçim yapılması getirilerek sendika bürokrasisinin yeri garantilenmiştir. Öte yanda hak ve destek grevleri yasaklanarak grev sadece ücret düzeyine indirilmiştir.

Bu yıllarda uygulanmaya çalışılan yeni liberal politikalar sonucunda 1984 yılında 3096 sayılı yasa çıkarılarak enerji iş kolundaki özelleştirmelerde ilk yasal düzenleme sağlanmıştır. KİT‘lerin özelleştirilmesine yönelik çalışmalar KİT‘lerin gerekli yeni teknolojik yatırımlar yapmasını engellemiş, yönetim kadrolarında ise doğal olarak, oluşturulan belirsizlik ortamında performans düşüklüğüne neden olmuştur. Enerji iş kolunda yapılan ilk özelleştirme çalışması, İstanbul‘un Anadolu yakası elektrik dağıtımının Aktaş A.Ş.‘ye devredilmesi olmuştur. Bu devir işleminde sendika tepkisini yok etmek için enerji iş kolunda en örgütlü sendika olarak görülen TES-İŞ‘e %5‘lik bir hisse verilmiştir. Söz konusu bu pay daha sonraları bir çok alanda sendikanın prangası olmuştur. Dağıtım işinin Aktaş‘a devredilmesi İstanbul‘un Anadolu yakasındaki dağıtım problemini çözmediği gibi sorunları da ağırlaştırarak yaratmıştır. Enerji iş kolu 1970‘li yıllardan bu yana grev yasağı kapsamındadır. Bu durum enerji iş kolu çalışanlarının iş yerlerinin geleceği konusunda en doğal tepkilerini gösterememe sonucunu doğurmakta hak gasplarının yoğunlaşmasına neden olmaktadır. ÇEAŞ ve KEPEZ çoğunluk hisseleri Uzan ailesinin eline geçtiğinde bu hak gaspları yoğunlaşmıştır. Yasa gereği on ve üstündeki işten çıkarmalar toplu işten çıkarma kapsamındadır ve yasaktır. Uzan‘lar ise her hafta periyodik olarak dokuzar kişilik işçi gruplarını işten çıkararak bu yasağı aşmaktadırlar. Bugün gerek ÇEAŞ ve gerekse KEPEZ‘de taşeronlaştırma yoğun olarak yaşanmaktadır.

Ülkemizdeki Elektrik Enerji Sektörünün Acil Sorunları

Sektörde Yönetim Krizi yaşanmaktadır.

Sektörle merkezi planlama kaybolmuş ve yönetim krizi yaşanmaktadır. Daha doğru bir deyişle "yönetememe krizi" vardır. Sektör son on iki yılda en az beş kez yeniden yapılanma sürecine sokulmuştur. Son on bir yılda on bir genel müdür değişmiştir. Her yapılan yeniden yapılanmada deneyimli kadrolar tasfiye edilmiştir. Kurumda son yıllarda istihdam edilmiş yeni mühendis yok denecek kadar azdır. Oysa ihtiyaçlar düşünüldüğünde son derece dinamik olması gereken sektör bir durağanlığa ve işlemezliğe itilmiştir. Arıza, bakım ve onarım hizmetleri aksatılmakta yenileme yatırımları yeterince yapılmamaktadır. Teknik ve uzmanlık gerektiren bu sektörde bilgiye beceriye ve deneyime bakılmaksızın politik yandaşlık esasında bir kadrolaşma benimsenmiştir. Sektörde yetişen ve sektörü tanıyan kadrolar ya tasfiye edilmiş, ya sürgün edilmiş ya da danışman/uzman statüsünde etken olmayan görevlerde bekletilmektedir.

Sektör Hukuk Dışılık Kıskacındadır.

Ülkemizde 1970 yılında Türkiye Elektrik Kurumu (TEK)‘nun kurulmasıyla, merkezi yapının oluşumuna başlanmıştır. Bu yapıya 1982 yılında belediyelerdeki kent içi elektrik dağıtımı da katılarak bütünlüklü bir yapı oluşturulmuş, ülkemizdeki elektrik enerji sektörünü başarıyla 1990‘lı yıllara kadar taşımıştır. Ancak 1984 yılında TEK dışındaki kuruluşlara elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı ve ticareti yetkisini veren 3096 sayılı yasa çıkarılmıştır. (Bu yasaya dayanılarak İstanbul‘un Anadolu yakası elektrik dağıtımı konusunda 1989 yılında AKTAŞ A.Ş. görevlendirildi. 1990 yılında ise AKTAŞ ile sözleşme imzalandı. İmzalanan bu sözleşme EMO tarafından açılan dava sonucu Danıştay tarafından 1993 yılında iptal edildi. Ancak dönemin iktidarı 1995 yılında yeni bir görevlendirme yaparak AKTAŞ‘ı sözleşmesiz olarak çalıştırmayı sürdürdü. AKTAŞ ile ancak 1998 yılında sözleşme yapılmıştır. AKTAŞ 1989 yılından 1998 yılına kadar yasa dışı bir şekilde çalıştırılmıştır.) Daha sonra 1993 yılında 513 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile sektör önce TEAŞ ve TEDAŞ ardında da TEDAŞ‘ın satışına yönelik olarak dağıtım şirketlerine ayrılmasıyla merkezi yapı kaybolmuştur. 1994 yılında çıkarılan ve bazı hizmetleri Yap İşlet Devret (YID) modeliyle yaptırmaya yönelik 3996 sayılı yasa çıkarılmış ve bu yasa daha sonra 4047 sayılı yasa ile değiştirilerek 3096 sayılı yasaya atıfta bulunulmuş ve elektrik sektöründe YİD modeline yönelinmiştir. Daha sonra 1996 yılında 8269 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile YİD modelinin devret kısmı atılarak Yap İşlet (Yİ) modeline yönelinmiştir.

Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Yİ modeline karşı Danıştay.a yürütmeyi durdurma istemiyle dava açtı ve bu dava 19 Şubat 1997 tarihinde yürütmeyi durdurmayla sonuçlandı. Böylelikle hem hukuksal dayanaktan yoksun hem de Danıştay denetimi yerine uluslararası tahkimi öngören uluslararası finans kuruluşlarının dayatması olan bu modelin önü kesilmiş oldu. Ancak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (ETKB) yürütmeyi durdurmayı ciddiye almayarak hukuk dişi bir şekilde ihale süreçlerini işletmektedir. Daha sonra 19 Temmuz 1997 tarihli Resmi Gazete‘de 4283 sayılı Yİ Yasası yayınlanmış ve bu yasaya eklenen geçici madde ile daha önce yapılmış sözleşmeler de bu yasa kapsamına alınmıştır.

Sektörde Çok Başlılık ve Eşgüdüm Eksikliği Yaşanmaktadır.

Sektörün en önemli sorunlarından birisi de öteden beri ETKB, Devlet Su İşleri (DSİ), Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİEİ), Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) ile TEAŞ ve TEDAŞ arasında gerekli eşgüdüm sağlanamaması ve çok başlılıktır. Bu yüzden sektördeki tıkanmaların en önemli nedenlerinden birisi de bu çok başlılıktır. Bu çok başlı yapının her bir biriminin önceliği diğeriyle uyumlu olmadığı için sektörün öncelikleri tespit edilememektedir. Zaten olaya hakim olamayan çoğu politik yandaşlık ilkesi ile gelen bürokratlar tam bir beceriksizlik ve iradesizlik göstermişler ve adeta sektörün nasıl kötü yönetileceğini ispat etmektedirler. Merkezi iktidarlar ise sektörün durumunu kavrayamamakta ve gerekli yatırımları zamanında yapamamaktadırlar.

Elektrik Enerjisi Üretimi İhmal Edilmiştir.

1990‘lardan sonra sektörde ciddi bir ihmal edilmişlik yaşanmaktadır. YİD ve Yİ modellerine bel bağlanarak devam eden yatırımlar bile bitirilememiştir. Bu durumu en iyi kurulu güç artış tablolarından görmekteyiz. Ortalama olarak sektöre her yıl yaklaşık 2000 MW‘lık kurulu güç ilave edilmesi gerekirken son yıllardaki artışlar l 995‘te % 0.5 ve 1996‘da % 1.4 gibi komik oranlardadır. Aynı dönem içerisinde olağan üstü imtiyaz şartlarında yapılan sözleşmelerle YİD ve Yİ modelleri ile kurulu güce 34 MW‘ı hidrolik olmak üzere toplam 297 MW‘lık 5 santral ilave edilebilmiştir. 1997 sonu itibariyle Yİ ve YİD modelleriyle yaptırılan santral kurulu gücü toplam 340 MW‘tır.

Elektrik Dağıtım Şebekeleri Yetersizdir.

Üretime gerekli yatırımların yapılmaması yanısıra sektörün bir diğer önemli sorunu özellikle büyük şehirlerde dağıtım kayıplarının yüksekliğidir. Bu nedenle üretim yeterli olsa bile tüketiciye istenilen kalitede elektrik verilmesi olanaksızdır. Resmi istatistiklere göre ortalama şebeke kayıpları % 18‘dir. Bu yazı yörelerde % 25 - 32 arasında değişmektedir. Oysa kayıplar gelişmiş ülkelerde % 8 - 10 arasındadır. Altyapıya yapılacak ek yatırımlarla sisteme sağlanan elektrik enerjisi miktarında artış sağlanması ve ülke ekonomisine katkının yanı sıra tüketiciye istenilen nitelikte elektrik enerjisi verilebilecektir.

Termik Santrallerde Kapasite Kullanma Oranlan (KKO) Düşüktür.

Teknoloji seçimindeki hatalar nedeniyle ülkemizdeki kurulu bulunan termik santrallerin KKO‘ları gelişmiş ülkelerdeki KKO‘dan %15-20 daha azdır. Termik santrallerin bir diğer sorunu da verimlerinin düşük olmasıdır. KKO‘nun düşük olmasının diğer nedenleri ise yer seçiminden kaynaklı olarak çevresel etkiler ve kömür sevkiyatındaki düzensizliklerdir. Özellikle yatırım aşamasında baca gazı arıtma ve kül tutma üniteleri ya yapılmamış ya da gerektiği şekilde yapılmamıştır. Bunun en iyi örneği Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santralleridir. Bu santraller kuruluşlarından bugüne kadar ortalama %30 kapasitede çalışmaktadırlar ve çevredeki ürünlere verdikleri zararlar nedeniyle 1986 yılından beri TEK (TEAŞ) çiftçilere tazminat ödemektedir.

Sektör Dışa Bağımlı Hale Getiriliyor.

Ülkemizde elektrik sektöründe dış kaynak kullanımı %20 civarındadır. Bu oran küçük ölçekli doğalgaz santralleri ile yukarıya doğru çıkmaktadır. 2020 yılına kadar ki sunulan planlara bakıldığında sektördeki dışa bağımlılık %56‘ya yükselecektir. Elektrik enerjisi bürokrasisi nükleer santral lobileri ile YİD ve Yİ lobilerine teslim olmuştur. Halen inşası sürmekte olan hidroelektrik santraller kasıtlı olarak tamamlanmamaktadır. Bu santrallerin Yİ modeli ile tamamlanması yolu tercih edilmiştir. Oysa bunların büyük bir çoğunluğunda işin yaklaşık %90‘ı tamamlanmış durumdadır. Ülkemiz yetmiş yılda yaklaşık seksen milyar dolar dışarıya borçlanmışken 2020 yılına kadar lobilerin dayattıkları sözde çözümlerle sadece elektrik sektöründe verilecek imtiyazlarla fazladan yaklaşık yüz milyar dolarlık bir ek borçlanmaya gidilmek istenmektedir.

Başta Özelleştirilen Bölgeler Olmak Üzere Alt Yapı Yatırımları Yatırımlar durmuştur.

Gerek İstanbul Anadolu Yakası‘nda gerekse Çukurova Bölgesi‘nde imtiyazlara sahip olan AKTAŞ ve ÇEAŞ şirketleri sadece abonelik yenileme ve ücret tahsilatı yapmaktadırlar. Her iki bölgeden gelen şikayetler ise hiçbir şekilde dikkate alınmayıp her ne pahasına olursa olsun imtiyazın sürmesi tavrı sergileniyor. Her iki bölgedeki alt yapı yatırımları gerektiği gibi yapılamamaktadır. Sektör bir yandan özelleştirme ile yağma kıskacına alınırken diğer yandan kaynaklarımız tükendi yalanıyla nükleer lobilere teslim edilmek istenmektedir.

Ne Yapmalı?

Öncelikle gerçekçi ve merkezi bir enerji planlaması yapılmalıdır. Ülkemizde geleceğe yönelik projeksiyonlar ve planlamalar genellikle bugünkü üretim/tüketim dengesine ve bugünkü kurulu güç/puant dengesine dayandırılmaktadır. Oysa yapılması gereken fiili tüketimin esas alınması ve ondan geriye doğru gidilmesidir. Bu tüketim değerinin üstüne gelişmiş ülkelerdeki dağıtım kayıpları oranı olan %8 ilave edilmeli, daha sonra iletim kayıpları ve diğer kayıplar ilave edilmelidir. Bu noktadan hareketle önce yıllık nüfus artışı daha sonra da yıllık büyüme oranlan esas alınarak gelecek yıllara yönelik planlamaya gidilmelidir. Geleceğe yönelik projeksiyonlardaki bir diğer hata ise son beş yıldaki artış trendinin gelecek otuz yılda da süreceği varsayımıdır. Oysa gerçekçi bir planlamayla artış trendinin 2010 yılı itibari ile düşeceği söylenebilir. Bugün gelişmiş ülkelerdeki yıllık artışların %1‘ler civarında olduğu unutulmamalıdır.

Özellikle termik santrallerin baca gazı arıtma ve kül tutma tesisleri hızla devreye sokulmalı ve çevreye olan etkileri azaltılmalıdır. Böylelikle kapasite kullanma oranı yukarı çekilecektir. 1997 yılı içerisindeki termik santrallerde ortalama kapasite kullanma oranı %55‘tir. Bu oran %65‘lere çekilerek sisteme bugünkü kurulu güçle yaklaşık yedi milyar kwh enerji verilebilir. Termik santrallerde hızla otomasyona geçilerek santrallerin verimi yukarıya çekilmelidir. Uygun bir fiyat politikası benimsenerek özellikle puantın yüksek olduğu saatlerde (17.00-22.00 saatleri arası) puantın aşağı çekebilecek önlemler alınmalı -tarifeli sayaçlar vb- ve varolan kapasite ile daha uzun süre sisteme düzenli enerji verilebilecektir. Kademeli bir şekilde az enerji tüketen ev aletleri ve az enerji tüketen sanayi tesislerine geçilmelidir.

Özellikle ulusal kaynaklarla çözüme yönelinmeli ve gerek proje, gerek plan, gerekse başlanılmış olan ve bitirilmiş olan toplam 702 hidroelektrik santralın (sadece 510 adedinin ekonomiklik analizi yapılmıştır) tümünün çalışmaları tamamlanmalıdır. Böylelikle hem ucuz enerji üretilecek hem de tüketime ucuz elektrik verilerek sanayinin rekabet gücü artırılacaktır. Elektrik enerjisi üretimindeki dışa bağımlılık en alt düzeye indirilecektir. Gelişmiş ülkelerde kullanılan Energy Managment System (EMS) ve Supervisory Control And Data Acqusition (SCADA) sistemleri hızla devreye sokularak etkin bir yük izleme ve yük yönetimi sağlanmalıdır. Dünyadaki yeni elektrik enerji üretim teknolojileri hızla gündeme alınmalı ve bu konudaki pilot uygulamalar teşvik edilmelidir.

Ülkemizin acilen bir rüzgar haritası çıkarılmalı ve bu konudaki potansiyel tespit edilmelidir. Bugün rüzgar türbünlerinde pilot uygulamalarda 1000 MW‘lar düzeyine çıkılmıştır. Maliyetlerde termik santrallerde yarışabilir düzeydedir. Rüzgar konusunda hızla pilot uygulamalar başlatılmalıdır.

Güneş enerjisinde en çok oranda yararlanma konusunda teşvik edici bir politika benimsenmelidir. Fotovoltaik piller henüz elektrik enerjisi üretimi için ekonomik değildir. Ancak özellikle güneyde su ısıtmada güneş enerjili sistemler teşvik edilmeli ve bu işler için harcanan elektrik enerjisinden tasarruf sağlanmalıdır.

Fotovoltaik piller 2015-2020 yıllarından itibaren kwh başına maliyetlerinin makul düzeylerde olacağı bilinmektedir. Bu konudaki Araştırma/geliştirme AR/GE çalışmalarına başlanmalıdır. Sadece %2.97‘sinde yararlanılan ülkemizin 2450 MW‘lık elektriksel kullanılabilir jeotermal potansiyelinin tümüyle kullanılması konusunda gerekli yatırımlara gidilmelidir. Elektrik tüketiminde tasarrufu teşvik edici uygulamalara gidilmelidir. Elektrik enerjisinin verimli kullanımı konusunda merkezi projeler geliştirilmeli, özellikle elektrik enerjisinin yoğun olarak kullanıldığı çimento ve demir çelik sektörlerinde hızla az elektrik tüketen teknolojilere yönelinmelidir. Elektrikli ev aletlerinde kademeli olarak az enerji tüketen teknolojilere geçilmelidir.

Üretim, iletim ve dağıtımda bozulan merkezi yapı yeniden oluşturulmalı ve sistemin bütünlüğü sağlanmalıdır. Özelleştirme uygulamalarından hızla vazgeçilmelidir. Özelleştirilmiş olan bölgeler derhal merkezi sisteme dahil edilmelidir. Planlama ve karar vermede çok merkezli yapı terk edilmeli ve ulusal düzeyde konunun tüm taraflarının özellikle (EMO ve tüketici temsilcileri bu kurulda yer almalıdır) yer aldığı Elektrik Enerjisi Ulusal Kurulu oluşturulmalıdır. Sektördeki ekonomik olmayan küçük ölçekli yatırımlardan vazgeçilmelidir. Bu konuda merkezi kurul optimum ölçekleri belirlemelidir. Siyasi nedenlerle kenara itilmiş olan deneyimli kadrolar derhal sistemin ilgili birimlerinde görevlendirilmelidir. Oluşturulacak olan merkezi kurula siyasi iktidarların kolayca müdahale edemeyeceği özerk bir yasal statü kazandırılmalıdır. Başta Avrupa Enerji Şartı (ki bu sözleşmeyi dönemin hükümeti TBMM‘ye onaylatmadan imzalamıştır) olmak üzere ülkemiz enerji sektörü üzerine ipotek getiren tüm uluslararası sözleşmeler iptal edilmelidir.

Özelleştirme adı altında verilen tüm imtiyazlar geri alınmalıdır. Bütün dünyanın gerek çevre ve insan üzerindeki olumsuz etkileri gerekse ekonomik olmayışı nedeniyle terk ettiği nükleer teknoloji ülkemiz gündeminden çıkarılmalıdır.

Enerjide çevre boyutu göz ardı edilmemelidir.

Enerjinin bir boyutu da çevredir. Enerji tüketim karakterinden dolayı her şekliyle çevreye bozucu bir etki gösterir. Bu tür bozucu etkiler azaltılsa biler hiçbir zaman engellenemez. Daha fazla kazanç uğruna yapılan aşırı üretim ve kontrolsüz tüketim, doğada yıllarca oluşan dengeleri birkaç yıl içinde bozabilmektedir. Hidrolik santraller eko dengeyle birlikte iklimsel değişikliklere neden olduğu gibi termik üretim sözü çok edilen sera gazı etkisi ile buna bağlı küresel ısınmanın temel nedenleridir. Nükleer atıklardan korunmak ve nükleer atıkların saklanması ise imkansızdır. Kısaca her tür kültürel üretimde olduğu gibi enerjinin her tür üretimi de doğal çevreyi bozar. Üretimdeki bozucu etkide her zaman olumsuz yöndedir. Oysa enerji aynı zamanda bir zorunluluktur. O halde enerji verimli kullanılmalı, üretimindeki çevresel etkiler değerlendirilmelidir. Enerji maliyetindeki temel kriter toplumsal maliyet olmalıdır. Oysa sermaye açısından temel güdü kardır. İstatistikler enerjinin Türkiye‘de, OECD ortalamasından üç kat daha verimsiz kullanıldığını göstermektedir. Bundaki temel neden ise emperyalist odakların kendi ülkesinde çevresel sorunları ve enerji yoğunluğu nedeni ile geliştiremediği çimento sektörünü Türkiye‘ye kaydırmıştır. ABD miadı dolmuş ark ocaklı demir çelik fabrika teknolojisini Türkiye‘ye satmış, buna da teknolojik yardım adını vermiştir. Bütün bu hovardaca yapılan tüketim doğal olarak ülkenin enerji talebini yüksek olarak gösterirken, çevrenin de gereksiz yere tahribine neden olmaktadır. Planlamada sırf finansal maliyet gözetilerek yapılan maliyet analizleri ile insanlığın yüzlerce yıllık birikimlerinin ürünü kültürel kalıntılar yok edilmektedir. Hasan Keyf kalıntıları sırf bu yüzden yok edilmektedir. İnsanlar ya aydınlık ya kültür ikilemi ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Oysa bu iki olgu birbirine koşul değil aksine destek olmalıdır.

Sonuç olarak ekonomik sistemin gereği sanayileşme ve elektriklendirme birlikte kavranmalıdır. Kapsamlı ve uygulanabilir bir planlama söz konusu olmadığından sanayinin tutarlı gelişiminin ve buna bağlı elektrik üretiminin sağlanamayacağı ortadadır. Sanayileşme tercihleri ve bunun bir parçası enerji politikaları doğrudan düzene bağlıdır. Emperyalist-Kapitalist sistem içerisinde ve kapitalist yoldan kalkınma söylemi ile ülkenin az gelişmiş sürecinden çıkarılması ve toplum yararına bir sanayileşmenin gerçekleştirilmesi olanaklı değildir. Bu sorun ise ancak halkın doğal kaynaklara, sanayiye ve geleceğe sahip olduğu bir düzen içerisinde ve halkın örgütlü mücadelesinin ve iradesinin ürünü olan iktidarlarca çözülür.